Ulusal Egemenliğe giden yolda, zaferin Türk kuvvacı kadın kahramanları. İşte onların hikayesi…
Ulusal Egemenlik ve bağımsızlığımızı borçlu olduğumuz Kurtuluş Savaşı; topyekün bir ulusun dişiyle, tırnağıyla yürüttüğü bir mücadeledir. İşte bu mücadelede kadın kuvvacılar, köylüsüyle kentlisiyle , cephe gerisinde ve cephede olağanüstü kahramanlıklar göstermişler, milli ordunun ihtiyacı olan cephane ve mühimmatı sırtlarıyla taşımışlar, askerin çamaşırını, çorabını ,sargısını dikmişler, yaralı ve hastalara bakmışlar, bozulan yolları asker geçsin diye yapmışlar, tarlaları ekip biçip orduya tayın ve erzak yollamışlar, neleri ver neleri yoksa, hatta canlarını feda etmişler, sağ kalanlar, gazi olanlar ise zaferden sonra sessiz sedasız evlerine dönerek, hiçbir karşılık beklemeden, izlerini kaybettirdiler.
Türk ulusunun emperyalist işgale karşı direnmeye karar verdiği, bu direnişin içinde kadın-erkek,yaşlı-genç demeden var olmaya, hatta bu kutsal direnişi ona biçilen kadere ve role karşı “kutsal bir isyana” dönüştürmesinin üzerinden bir yüzyıl geçti. Bu gücün adı “Kuvayı Milliye” idi.
YENİLMİŞTİK, SARAY TESLİM OLMUŞTU
1918’de Mondros Antlaşması imzalandı, yenilmiştik. Saray, teslim olmuştu. Teslim olmayanlar ise 22 Haziran 1919 günü Amasya’da bir karar aldı; “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” İşte Ulusal Egemenliğe dayanan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi bu genelgedir ve kurtuluşun ve kuruluşun büyük önderi Mustafa Kemal Atatürk imzasını taşır. 23 Nisan 1920 günü tarihe, milli iradenin milli egemenliği yaratacağı ve oradan cumhuriyete yürüyeceği yolun ilk adımı olarak geçer.
KURTULUŞ SAVAŞI, BİR ULUSUN TOPYEKÜN MÜCADELESİYLE BAŞLADI
Ulusal Egemenlik ve bağımsızlığımızı borçlu olduğumuz Kurtuluş Savaşı ; topyekün bir ulusun dişiyle, tırnağıyla yürüttüğü bir mücadeledir. İşte bu mücadelede kadın kuvvacılar, köylüsüyle kentlisiyle , cephe gerisinde ve cephede olağanüstü kahramanlıklar göstermişler, milli ordunun ihtiyacı olan cephane ve mühimmatı sırtlarıyla taşımışlar, askerin çamaşırını, çorabını ,sargısını dikmişler, yaralı ve hastalara bakmışlar, bozulan yolları asker geçsin diye yapmışlar, tarlaları ekip biçip orduya tayın ve erzak yollamışlar, neleri ver neleri yoksa, hatta canlarını feda etmişler, sağ kalanlar, gazi olanlar ise zaferden sonra sessiz sedasız evlerine dönmüş, hiçbir karşılık beklememişler, izlerini kaybettirmişlerdir.
TÜRK KADINI MEYDANLARA İNEREK HALKI GALELAYAN GETİRDİ
15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunun İzmir’e çıkıp sivil halka karşı kadın-çocuk demeden giriştiği katliamlar, işgale karşı korunmasız ve şaşkın olan halk kitlelerini galeyana getirdi. Toplumu bu duruma karşı çıkmaya ve savaşmaya çağıran mitinglerde, kadın konuşmacılar çok etkili konuşmalar yaptılar ve yılgın çaresiz yığınlara savaşma gücü ve cesareti aşıladılar.
KİMDİ BU KADIN KUVVACI KAHRAMANLAR?
İNAS DARÜLFÜNUN ÖĞRENCİSİ MÜNEVVER SAİME HANIM: “Biz sadece ağlıyoruz. Ağlamakla kazanılacak hak, hıçkırıklarımızı işittirecek kalp yok. Teşkilata, nihayet faaliyete başlamak lâzımdır…” Bu konuşması yüzünden tutuklandı. Hapsolduğu yerden kaçarak, Anadolu’ya geçti. Kuvayı Milliye saflarında cephede ve cephe gerisinde önemli görevler üstlendi. Yaraladı adı “Asker Saime” olarak ünlendi. İstiklâl madalyalı Asker Saime, zaferden sonra edebiyat öğretmeni olarak irfan ordusunda görev aldı.
HALİDE EDİP HANIM (Onbaşı Halide) : Anadolu direnişinin her safhasında varoldu. Mitinglerde ünlü bir hatip,yazar,teşkilâtçı, hemşire,ulusal ve uluslararası basın danışmanı, öğretmen ve cephede asker olarak mücadele etti. 1. ve 2. İnönü, Kütahya-Eskişehir, Sakarya Savaşları ve Büyük Taarruz’a katıldı. Hakkında idam fermanı çıkarılan ilk ve tek kadın kuvvacı oldu. Cephede savaş hattında yaşadıklarını, cephe gerisindeki halkın uğradığı korkunç mezalimi ‘Ateşten Gömlek, Türkün Ateşle İmtihanı’ adlı kitaplarında anlattı. Askeri üniforma giyen tek kadın yazar olan Halide hanım o günleri daha sonra şöyle anacaktı : “İstiklâl mücadelesi hissi bende bir çeşit kutsal delilik halini almıştı, artık şahıs olarak yaşamıyordum, 1922’de İzmir’i aldığımız güne kadar benim için hayatta başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştı.”
KARA FATMA (Fatma Seher Erden) : Kurtuluş Savaşının en ünlü kadın savaşçılarından ve müfreze komutanı. Erzurumlu Fatma Seher Sivas Kongresi’nde, bizzat Mustafa Kemal’den aldığı görevle milli kuvvetlere katılmış, kadınlı erkekli 700 kişilik bir birliğe komuta etmiş, Afyon Dinar, Kocaeli-İznik,Sakarya-Adapazarı ve Büyük Taarruz’da tam üç sene savaştı. Kara Fatma ( bu ismi ona Atatürk vermişti) beş kez yaralandı. Uşak hattında General Trikopis’e esir düşüp, kaçmayı başardı. Üsteğmen rütbesiyle İstiklâl madalyası aldı ama kendine bağlanan maaşı kabul etmedi. Ödülü,“Ah şu yurt uğruna gaza etmenin tadını tatmak yok mu” cümlesindeki vatan aşkı olan bu kahraman kadın göğsünde Bursa-İznik cephesinden hatıra şarapnel parçaları ve kırmızı şeritli madalyasıyla yoksulluk içinde öldü.
BİNBAŞI EMİR AYŞE : Düşman Aydın’ı alıp da içerilere doğru yaka yıka ilerlemeye başladığında boynundaki ziynetini satarak bir mavzer ve fişeklik alıp, Kafkas cephesinde ölen eşinin intikamını almak için atına atlayıp Yörük Ali çetesine katılmış beş çocuk annesi bir kadın savaşçı. Yunanlılara karşı yapılan bütün taarruzlara katıldı, Sakarya Savaşı’nda kasığından yaralandı, iyileşip tekrar cepheye döndü. Büyük oğlu Demirci’de küçük oğlu 2.İnonü’de şehit düştü. Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’nda Ahır dağlarından aşıp düşman gerine sarkma emrini birliğiyle yerine getirdi fakat İzmir’e giren kıtalar arasında seyir halindeyken bir misket parçasıyla bacağından yaralanıp sakatlandı. Türk Kurtuluş Savaşı’nın kadın zeybeklerindendir.
GÖRDESLİ MAKBULE : Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey’in akıncı birliklerinde ve kuvvacı çetelerde çarpışan Halil Efe’nin eşi. Yeni evlendiği Efe’den ayrılmak istememiş, çok iyi ata bindiği ve silah kullandığı dikkate alınarak, kurallara aykırı da olsa, sarp dağlarda düşman peşinde koşan, gece yarıları baskınlar veren, pusularda kalan çetelerle doğduğu yer Gördes’i yakan Yunanlılara karşı savaşa katıldı. Henüz 19 yaşında olan Makbule, iki aylık evlidir. 1922 yılının Mart ayının 16. günü Kocayayla sırtlarında misafir edildikleri Yağcıbedir obasında Halil Efe gece yarısından sonra adamlarıyla düşmana pusu kurmak için oradan ayrılır. Kalanlar orada olduklarını bir köylüye işkence ederek öğrenen Yunan askerleri tarafından aniden basılır, ateş ede ede çekilir ve çemberin dışına çıkmayı başarırlar. Üç şehit, üç esir vermişlerdir. Şehitlerden biri 19 yaşında iki aylık gelin Makbule’dir. Başından vurulmuş, kumral saçları al kanlara bulanmıştır. Ona yakıcı bir sevda ile tutkun olan eşi 12. Müfreze komutanı Halil Efe’de tam iki ay sonra 17 Mayıs 1922 de şehit olur. Makbule ile Halil’in mezarları kaybolup gitmiş ama aşklarının hikâyesi dağlara taşlara yazılıp dilden dile anlatılmıştır.
ÇETE AYŞE : Ünlü zeybek takım kumandanıdır. Eşi 1.Dünya Savaşı’nda şehit olmuş, 22 yaşında iki kızıyla kalmıştır. 27 Mayıs 1919 Aydın’ın işgalinden sonra çarşıya inip silah almış, erkek elbiseleri giyerek köyü İmamköy ve çevresinden topladığı kızanlarıyla çetelere katılmış ve Aydın işgalden tamamen kurtuluncaya kadar savaşmıştır.. Bir muharebede tam 58 saat vuruşmuş, yaralanmış ama durmamıştır. Bir dağ başında soranlara eliyle uzakları gösterip, titrek ve acı dolu bir sesle “ Biz niçin çıkmışız harp etmeye biliyor musun” “işte… oralarda neler etmediler kardeşim, bir bana sorsan” deyip susmuş Çete Ayşe’nin gözleri büyük facialara tanık olmuştur.
DOMANİÇLİ HABİBE : 1921 yılının yazında Yunan ilerlemesi sırasında oğlunu düşmana karşı koysun diye İnegöl’e yollar. Oğlu saftır, kanar düşmana. Onlar hesabına çalışmaya başlar, ihbarcılık yapar. Yurdunun, ocağının kurtuluşu için gece gündüz dua eden Habibe’nin kulağına gelir oğlunun düşmana casusluk ettiği. Bir an bile duraklamaz Habibe kadın, silahını kuşanır, atına atlar, İnegöl’e inip oğluna haber salar. Genç, anasının geldiğini öğrenip ona koşa koşa yaklaşırken, atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinin yenine sakladığı silahı çekerek ateş eder. Arkasını dönüp atını dağlara süren Hatice’yi bir daha gören olmaz.
TAYYAR RAHMİYE : Çukurova’nın kahraman kadınlarındandır. Osmaniye’nin Raziyeler köyünden Rahmiye Hatun, Fransızların pek çok işkencelerine tanık olup, gönüllü olarak Kuvayı Milliye’ye katılmış, Hasanbeyli civarında girilen çarpışmalarda birliği, Fransızlardan 80 tüfek ve 2 makinalı tüfek ele geçirmiştir. Bu çatışmada şehit düşen ve ateş hattında kalan iki arkadaşını almaya kimsenin yanaşmadığını görünce ileri atılarak şehitleri ateş hattından çekmiş ve bu kahramanlığından sonra ona Tayyar (Uçan) namı verilmiştir. Fransız müstahkem karargâhına saldırırken duraklayan arkadaşlarına “ Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten, saklanmaktan utanmıyor musunuz” diye bağırarak arkadaşlarını saldırıya sevketmiş, kapıya on adım kala alnından aldığı bir kurşun yarasıyla şehit olmuştur. Bağlı bulunduğu kuvvacı birlik, Yanıkkışla ve Karayeğin köyleri halkından kurulan Kırmızı Müfreze diye anılmaktadır. 25 yaşında olup, mavzeri ve çapraz fişeklikleriyle her zaman bölüğünün başında yürüyen, bütün çarpışmalara katılıp, onbaşı rütbesine yükseltilen, 5 Ağustos 1920 günü elinde al bayrağı ile şehit olan Rahmiye’nin ebedi istirahatgâhı milletin sinesindedir.
BİTLİS DEFTERDARI’NIN EŞİ: Kurtuluş Savaşı’nda en şiddetli çete savaşlarının yaşandığı yerlerden biri olan Maraş’ta işgalci Fransız askerleriyle birlikte aynı üniformaları giyerek Türk-Müslüman halka saldıran Ermenilere karşı halk, yardımca gelen Kuvvacı birlikleri beklemeden savunmaya geçmişlerdir. Bu günlerde Maraş Kayabaşı Mahallesi’nde oturan ve adını bilemediğimiz Bitlis Defterdarı’nın zevcesi hanımın kahramanlığı bütün yurtta derin yankılar uyandırmıştır. Nakledildiğine göre, sokak çatışmaları şiddetlenip, saldırganlar eve yaklaşınca bahsi geçen hanım duvarda asılı duran filintayı kaptığı gibi bahçeye inmiş, bahçe duvarında daha önce atılan bombalardan açılan bir deliği mazgal gibi kullanarak, sokaktaki düşmanlara ateş etmeye başlamıştır. Çarpışma akşama kadar sürmüş, saldırganlardan pek çoğu defterdarın eşi tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Sokak boşalınca hanım, erkek giysileriyle evden ayrılıp, savaşa devam edecekler arasına katılmış, Maraş’taki kadın kuvvacıların başında bir cesaret ve kahramanlık timsali olarak yer almıştır.
KILAVUZ HATİCE : 27 Mayıs 1920’ de Çukurova, Pozantı’dan çıkmayı başaran Menil komutasındaki 800 kişilik Fransız birliği, Panzın Çukuru denilen mevkide, 44 Yörük köylüsü tarafından pusuya düşürülerek etkisiz duruma getirilmişlerdir. Panzın Çukur köyünden Hasan Ağa’nın kızı olup, Emin ve Derviş Ağaların Kuvayı Milliyesi’nde görev yapan Hatice Hatun, Fransızlara kılavuzluk yapmayı kabul etmiş, gece karanlığında giderlerken onları pek sarp olan Kar Boğazı’na sokmuş ve Türk savaşçıları da bundan haberdar etmiştir. 800’ü aşan mevcuttan 200’ü savaş dışı kalmış, 650’si esir alınmış ve teslim anlaşması yapılmıştır.
Kurtuluş mücadelesinde Anadolu kadının fedakârlıkları, kahramanlıkları, tahammülleri, inançları, direnme güçleri destanlar yaratmıştır. Özellikle “Kağnı Kolları” diye adlandırılan ve şimdi “İstiklâl Yolu” diye anılan güzergâh boyunca, çoğu kadınlardan oluşan konvoyların karda kışta,yağmurda çamurda kucaklarında bebeleri,sırtlarında milletin emanetleriyle İnebolu’ya inen ve cephedeki askerlerin dört gözle bekledikleri cephane ve mühimmatı menzillerine ulaştırmaları, bir ulusa zaferi armağan eden en önemli etkenlerden biridir.
KASTAMONU SEYDİLERLİ ŞERİFE BACI : 1921-22 kışı çok olmuştu.İnebolu’dan Kastamonu’ya cephane ve erzak taşıyan kollar Aralık ayında birdenbire bastıran kar yolları kapayınca geceye kalmadan yakınlardaki hanlara, köylere sığınmışlardı. O fırtınalı gecenin sabahında Kastamonu Kışlası’nın önünde bir kağnı nöbetçi çavuşların dikkatini çekti. Her nasılsa kafileden geri kalan genç bir kadın, cephane yüklü kağnısıyla kışla önüne gelebildiği ama şehre varamadan yol kenarında sabaha karşı donduğu anlaşıldı. Zayıf ve güçsüz öküzlerin koşulu olduğu kağnının üzerine kapanmış kıymetli emanetini korumak istercesine bedenini soğuk ve kara siper etmiş, öylece ruhunu teslim etmişti. Çavuşlar gözyaşları içinde bu mübarek naaşı kaldırıp kağnıyı örten yorganı açtıklarında bir ağlama sesi duydular. Otlara sarılı top güllelerinin arasında çullara sarılı kundaklı bir kız bebek yaşıyordu. Anası onu ve milletin emanetini can pahasına korumuştu.
CUMHURİYET KUVVAYI MİLLİYE RUHU İLE TAÇLANDI
Milli İrade, işte böyle bir kuvvetti. Bir halkın hiçbir zorlama olmaksızın kendi istek ve gayretiyle kendi geleceğine karar vermesi idi. Bu irade, Kuvayı Milliye ruhuyla kıvılcımlandı. Anavatanları işgal edilmiş bir halkın, kadın-erkek demeden işgalcilere başkaldırısıyla bir meşaleye dönüştü, 23 Nisan 1920’de halk egemenliğiyle taçlandı ve Cumhuriyet’i kurdu.
Kurtuluş ve kuruluşun kahraman kadınlarına ödenmez bir borç ve tükenmez bir minnetle…